Kerim Alptekin

kerimalptekin@diyanetsen.org.tr
Gasp Kültürü ve Sendikal Popülizm
İsmet Özel’in gasp kültürü vurgusu yani, kendi özünden değil de neticesinde elde edilecek bir sonuç için sahiplenme psikolojisinin yansımasını sendikal anlamda tecrübe ediniyoruz. Başka bir ifade ile ötekinin yaptığı, bulduğu, icat ettiği, emek verdiği bir başarının patent hakkını algı ile manipüle ederek kendine mal etme anlayışı gittikçe hakim anlayışa dönüşüyor maalesef.
Kendi lehine skor almak, oy toplamak, üye devşirmek için hakikat içermeyen söylemler, paylaşımlar sosyal medyada dolaşıma sunuluyor. Yetkili olmanın sorumluluğuyla operasyonel karaktere ve sivil bir güce sahip sendika olarak bugüne kadar tüm kazanımların altında sistemle direkt muhatap olan Diyanet-Sen ’in imzası olmasına rağmen (Bizde dilekçe vermiştik, kuruma yazı yazmıştık, istediğimiz oldu) kolaycılığıyla sendikacılık yapmak bir hakkın, bir emeğin gasp edilmesidir, görmezden gelinmesidir. Net bir ifade ile düpe düz kul hakkıdır, emek hırsızlığıdır. Oysa bizde arzuhal göndermiş ve kamuoyu oluşturmuştuk. Fakat Diyanet-Sen bu beklentilerimizi “yetkili masaya” taşıyarak resmiyete kavuşturdu. Teşekkür ediyoruz, tebrik ediyoruz, denilse daha da büyüyecek ve kabul görecekler.
İman sahibi olmak bize sadece ibadet etmeyi değil, hakkaniyeti ve insafı da öğretir diye bir teorik bilgimiz var. Fakat gasp anlayışı kimilerinde zamanla bir ahlaka dönüştüğünde bu yaklaşımı beklemek pek gerçekçi görünmüyor. Sorumluluk duygusu, yerini gösteri ahlakına bıraktığında gerçeklik yerini, vitrine ve sosyal medyada tribünlerin alkışına bırakıyor. Neyin doğru söylendiği değil, neyin nasıl gösterildiğinin, algılatıldığının önemi önceleniyor. Adalet, “karşında” olan birine dahi hakkını teslim etme mesuliyetidir. Bu sadece insani bir tercih değil, imanın ontolojik olarak yansımasıdır. Elbette çözüm bekleyen birçok mesele var. Fakat yapılanları başaranların hanesine kaydetmemek, adalet terazisini bozmak demektir. Olması gereken emeğin patent hakkının yasal düzenlemelerle üretene verilmesidir.
Bir de popülizm gibi büyük bir sorunumuz var
Kitleleri rasyonel argümanlarla ikna yerine, duygusal manipülasyonlarla etkileme olarak tanımlanan Popülizm, pragmatik düşünen siyaset kurumunun vazgeçilmez aparatıdır. Popülizm, kimyası gereği kitlelere duygusal propaganda üzerine kuruludur. Şüphesiz demokratik yapı içerisinde bireyin ve kurumların her türlü baskı, sınırlama ve vesayetten bağımsız şekilde fikirlerini dile getirme hakkı vardır.
Popülizmi sendikalar özelinde değerlendirdiğimizde popülist ifadeler, çalışanların önyargılarını, umutsuzluklarını, eleştirilerini ve duygusal kırılmalarını kullanarak biraz da parlatarak üye sayısını artırmayı amaçlar. Sendikal anlamda yapılanları ise görmezden gelerek zaten yapmak zorundasınız veya hükümet verdi ucuzluğuyla önemsizleştirirler. Özelliklede çalışanların gerçekleşmeyen taleplerini kullanarak bunları kendilerinin çözebileceğini vaat ederler. Her bir sendika, kendisini ifade etme alternatif model olma ülküsünü benimseyebilir. Fakat sorun popülist propagandaların kanserli bir hücreye dönüşerek demokratik sistemin işlerliğine katkı sunmamasındadır. Amaç var olan sıkıntılara birlikte somut, objektif içerikler üreterek, emek vererek çözüm arayışından ziyade muhalif olmanın rahatlığıyla olmayacak şeyleri ayağı yere sağlam basmayan ifadelerle kitleleri, özellikle sosyal medya üzerinden etkilemektir. Bu tarz yaklaşımlarıyla taşımaları gereken yükü omuzlamaktan çok sorunların gölgesinde poz vermeyi tercih eden figürlere dönüşüyorlar. Problemlerle temas kuruyormuş gibi görünüyorlar. Fakat sorunların içinden geçen bir mutfak çalışmaları yok. Oysa Diyanet-Sen olarak hangi meseleyi dile getirdiysek arka planında anket, odak analizleri, panel, çalıştay ve sempozyum benzeri çalışmalarla sorun ya da sorunları tüm yönleriyle değerlendiriyor, sonrasında ise bilimsel, akademik ve sosyolojik verileri kamuoyu ile paylaşarak ilgili kurumlara sunuyoruz.
Bugün kamu sektöründe sendikacılık, duvar saati, şarj kablosu, anahtarlık, kalem, ajanda … verme ile üye avcılığına dönüşmüş durumda. Seni bu nesne ile “tavlayarak” üyeliğini almak istiyorum teklifiyle çalışanlardan küçük bir menfaat uğruna sendika değiştirmelerini beklemek özünde insana saygısızlıktır. Bu yaklaşım bir aklın, bir dilin, bir ahlakın çatırdaması ve olması gereken sendikacılığın (emekçinin ve hakikatin sesi olma, somut ve yapıcı argümanlar üretme) yönünü şaşırmasıdır. Hediyeleşmek güzeldir, sünnettir. Fakat salt promosyon sendikacılığı çürümenin göstergesidir. Bizim ölçümüz emek ve hakikat iddiası olanların ortaya koyduklarıyla çalışanların adalet terazilerinde tartılmalarıdır.
Her ne olursa olsun bir davanın bir duruşun adresi Diyanet-Sen olarak kurum çalışanlarının kronik, ekonomik ve sosyal çıkarlarını dile getirmeye, çözüm üretmeye, ilke farkıyla daha ileriye yürümeye kararlı ve istikrarlı bir şekilde devam edeceğiz.
Zaten bizdeki bu tutarlılığı gören çalışanlarımız her Mayıs ayı sayımında yetkimizi yeniden perçinliyor, sorumluluğu güvendiği Diyanet-Sen’e yüklüyor.